Evliya Çelebi, yüzyıllar öncesinde Mudanya’yı tanımlarken “Halkı Rum’dur. Su ve havasının letafetinden Rum güzelleri çoktur” ifadelerini kullanır. Doğal güzelliğinin yanı sıra yüzyıllar boyu aldığı göçler sonucu birbirinden farklı kültürlerle renklenen Mudanya, tarihteki ihtişamının her detayını hissettiren uygarlıkların izlerini taşıyor. Bugüne dek varlığını sürdüren mimarisiyle asırlar deviren bu yapılar, bugün Mudanya’nın tarih ve turizm kimliğini oluşturuyor. Mudanya’nın hayata sımsıkı sarılan bu değerlerinden biri de Dereköy… Eski adı Rumcada dere anlamındaki Potamia’dan gelen Dereköy’deki tarihi kilise, büyüleyici ihtişamını sürdürmek için zamana direniyor.
Statüsü köyden mahalleye dönüşen yerleşkede en önemli ve bugüne kadar varlığını sürdüren Rum Ortodoks Kilisesi’ne ait kalıntılar, görenleri tarihte uzun bir yolculuğa çıkarıyor. 1857 yılında yapılmış anıtsal bir yapı olan Dereköy Kilisesi, gerek mimarisi gerekse içinde bulunan ayin düzenini belirleyen öğelerin özellikleri dolayısıyla önem taşıyor. Burada yaşayan Rumlar 1922 yılında Yunanistan’a gitse de yapı, 1924’ten sonra da Selanik çevresindeki Drama, Kavala, Yanya, Karacaova, Langaza ve Girit Adası’ndan gelen Müslüman Türkler tarafından bina 1972 yılına kadar cami olarak kullanılmış. Yapı bu tarihten sonra, gerek doğal gerekse özensiz kullanım nedeniyle tahrip olmuş. Vakıflar Genel Müdürlüğü’nün korumasında olan kilisede vaiz kürsüsü, yaşanan tahribat nedeniyle Bursa Arkeoloji Müzesi deposuna kaldırılmış.
Kilisede alçı ve ahşap süslemeler dikkati çekerken, naosun kuzey ve güney duvarlarındaki pencerelerin üzerindeki yuvarlak madalyonlarda alçı kabartma kerubimler yer alıyor. Kabartmalar, yeşil, bordo, kırmızı ve altın yaldız boya ile boyanmış, bu bölümdeki kabartmaların bazı kısımları ise gerek doğal gerekse özensiz kullanım nedeniyle tahrip olmuş.
MİMARİSİ
İçten 13.05 x 20.85 metre (apsis dahil) boyutlarındaki anıtsal kilise mimarisi ve içinde barındırdığı liturjik öğelerinin önemi nedeniyle değer taşıyan bir yapıdır. Kilise doğu-batı doğrultusunda üç nefli, tonozlu bir bazilikadır. Dikdörtgen planlı naos doğuda bema ve üç yuvarlak apsis, batıda kuzey-güney doğrultusunda dikdörtgen planlı narteksle sınırlanır. Naos altışardan iki sıra sütunla üç nefe ayrılmıştır; sütunları birbirine bağlayan yuvarlak kemerler doğuda dikdörtgen, batıda yarım yuvarlak duvar payelerine otururlar .
Sokak zemininden yüksekte olan nartekse on iki basamaklı yuvarlak bir merdivenle çıkılmaktadır. Narteks, doğuda yuvarlak kemerli derin bir niş içine alınmış kapı ve yanlardaki pencereler naosa batıda on, kuzey ve güneyde beşer dikdörtgen kesitli destek üzerine oturan yuvarlak kemerle dışa açılır.
Kilisenin beden duvarları dıştan tuğla, moloz ve kesme taş ile inşa edilmiştir. Açıklıkların kemerleri ve narteks destekleri tuğladır. Beden duvarları bir-üç sıra tuğla moloz taşla dönüşümlü olarak almaşık teknikle örülmüştür. Yapının köşelerinde büyük kesme taş bloklar kullanılmıştır.
Vakıflar Genel Müdürlüğü’nce yayımlanan Türkiye’de Vakıf Abideler ve Eski Eserler adlı yapıtın 4. cildinde kilisenin bu bölümüyle ilgili olarak, “Anadolu’dan günümüze gelen örnekler arasında teknik ve sanat değeri açısından ünik olan bu ikonostasisin korunmasını dileriz” notu düşürülen kilisei günümüzdeki hali ise fotoğraflarda da görüldüğü gibi içler acı durumdadır.