Ekim 2020 tarihinde, üniversite arkadaşlarım ile yaptığım güney gezisinde, Kuşadası’nda buluştuğumuz, yine üniversiteden arkadaşlarımız olan Korkut Özarcan ve İsmail Caner Genç’in mihmandarlığında yaptığmız çevre tanıma gezisinde yolumuz, antik çağlardan bu güne hayatta kalmayı bşarmış Antik Priene Kenti’ne düştü.
İnternette yaptığım araştırma ile Priene’nin, Aydın iline bağlı Söke’de, Selçuk-Efese yaklaşık 100 km uzaklıkta kurulmuş bir İyon (Antik Yunan) şehri olduğu, şehirin Menderes nehrinin 10 km kuzeyinde Belus’un oğlu Aegyptus yönetiminde İyonlar tarafından kurulduğu, ilk kuruluşunda deniz kıyısında olan şehirin, Menderesin alüvyonu nedeniyle şimdi denizden kilometrelerce kilometrelerce uzağa düştüğü bilgisine eriştim.
Mihmandarımız, Korkut Özarcan’dan, kentin amfitiyatrosuna giden yol öncesi kentin tarihçesi hakkında kısa bir bilgi aldıktan sonra, kesme taşlardan oluşturulmuş, amfitiyatroya giden, merdivenli yoldan yukarı doğru yürüdük.
Kısa bir bir yürüşün ardından, Roma çağında gerçekleştirilen değişikliklere rağmen Helenistik geleneği hala koruyan amfitiyatroya vardık. İ.Ö. 3 yüzyılda inşa edildiği, toplamda 50 sıralı bir cavea ile 5000 kişi kapasiteli olduğu bilinen tiyaroda, sahnenin hemen kıyısında, sahneye dönük biçimde, 5 adet taş koltuğun, günümüzün protokol koltuklarına benzer şekilde, kentin veya civarın önemli kşilerine ayrılmış koltuklar olduğu bilgisini (o çağlarda muhtemelen oturabilmeyi hayal bile edemiyeceğimiz o koltuklarda otururken) mihmandarlarımızdan aldık.
Yine sahnenin üzerindeki taş masanın, yapının sadece tiyatro oyunlarına yönelik bir yapı olmadığını, halkın bilgilendirilmesi amaçlı toplantıların da yapıldığı bir kamusal alan olduğu fikrini doğurdu, bende.
Sahnenin hemen arkasındaki, yine kesme taşlardan oluşturulmuş kulis odalarının muntazamlığı, gerçekten görülmeye değerdi.
Amfitiyaro’dan ayrılıp, şehri dolaşmaya devam ettik. Kısa bir yürüyüşün ardından Samsun (Mykale) Dağı’na sırtını dayamış olan Athena Tapınağı’na vardık.
Antik yerleşim Priene’nin en eski ve en önemli yapılarından birisi olan bu tapınak,Athena Deniz seviyesinden yaklaşık 97 metre yükseklikte olup, tapınağın mimarisi klasik dönem helen mimarisine uyum göstermektedir. Edindiğimiz bililere göre, tapınak naos, pronaos, opisthodomos’dan oluşmaktadır. 6 x 11 sütunlu ion düzeninde inşa edilmiştir. Tapınağın mimarnın (Mauseleum ve Didyma Apollon Tapınağının mimarı) Opisthodomos’u dor düzeninden alıp, ion düzenine uygulayan mimar Pytheos olduğunu öğrendik. Antik Tapınakta 24 yivli sütunlar kullanıldığı, Vitrivius, De Architectura adlı kitabında ion tapınaklarına örnek olarak bu tapınağın verildiğini söylemeden de geçemiyeceğim bu tapınak, ayakta kalan sütunları ile hala etkileci bir yapı.
Şehrin taş parke yollarında yürüken gördüğümüz, sakinlerinin dinlemesi için yapıldığını düşündüğümüz, taş oturma grupları bize dönemin medeniyette ulaştığı seviyeyi, insanına verdiği değeri hissettirdi, doğrusu.
Kentin caddesinden yürüyüşümüze devam edip Agora’ya ulaştık. Agora antik Yunan kentlerinde, şehirle ilgili politik, dini, ticari her türlü faaliyetin gerçekleştiği, tüm kamu binalarının etrafında sıralandığı halka ait geniş açık alan imiş. Üç tarafı stoalarla (üstü kapalı, sütunlu galeriler) çevrilidir ve stoaların arkasında da magazinler bulunmaktaymış. Agora toplamda 2 blokluk bir araziyi kapsamaktadır ve 75,60 x 46,35 metre boyutlarındadır. Agoranın ortasında Hermes’e adanmış bir sunak ta bulunmaktaymış. Bu sunağında doğusunda da taşlarla oluşturulmuş 2 platformun yer aldığı, Agora’da birçok heykel altlığı ele geçirildiği edindiğimiz diğer önemli bilgilerden.
Agoran’ın hemen yanı başındaki, Demeter Kutsal alanı şehrin en eski tapınaklarından biri olup bereket tanrıçaları olan Demeter ve Koreye adanmış. Tapınak anteli bir yapıdır ancak alışılmışın dışında bir plana sahiptir. Antik kent akropolisi içinde kalan kutsal alan, Anteler arasında duran iki dor sütununun gövdeleri düzdür ve bu sütunlar iki basamaklı bir altyapı üzerinde yükseliyordu. Kutsal alan Temenosun giriş kapısının yanında yapılan arkeolojik çalışmalar neticesinde heykel kaideleri bulunmuştur. Ayrıca bulunan Yazıtlardan bunların Rahibe Tmanossa ve Nikeso ya ait heykel kaideleri olduğu belirlenmiştir. Antik yapı Tapınağa ait sunak ise girişin hemen biraz ilerisinde bulunuyordu. Bir pronaos ve buna bağlı dörtgen formlu bir naos bulunmaktaydı. Kült odasının batı duvarında steller için yapılmış kaplama taşlar üzerinde oyuklar bulunmuştur. Yapının Naos enlemesine yerleştirilmiştir. Naos güneye doğru devam ettiği için pronaosun enini aşan ölçülere sahiptir. Tapınağın güneyinde kesme taş duvardan inşa eilmiş adak kuyusu tespit edilmiştir. Kare formda 2m derinliğindedir.
Yine aynı bölgede Bouleuterion (Meclis Binası) ve Prytaneion (eski yunan kentlerinde, kutsal ateşin korunduğu ve devletin bakmakla yükümlü olduğu kişilere yemek verilen kamu yapısı) yapılarına ait kalıntılar ile karşılaştık.
Wiki pedia’dan edindiğim bilgilere göre, Bouleuterion’un Tiyatro ile birlikte Priene’nin en iyi korunmuş yapısıdır. Bitişiğindeki Prylaneion ile birlikte birinsulayı kapladığı, kareye yakın bir form gösterip 20 x 21 m ölçülerinde olduğu bigisine ulaştım. Ortasında bir sunak olan ve üç kenarında duvarlara paralel yükselen basamaklar şeklinde oturma yerleri olan kapalı bir salon olduğu, kuzeyinde 16, doğu ve batısında ise 10’ar basamağa sahip olduğu,toplam oturma kapasitesi 640 kişi olduğu eriştiğim diğer bilgilerden.
Hemen yanındaki Prytaneion ise, sütunlu avluya sahip bir ev şeklinde imiş.Yani etrafındaki sütun galerisinin üzeri çatıyla örtülmüş, bir avlunun çevresine dizili mekanlardan oluşmaktaymış. toplam 8 odasının açıldığı kare şeklinde bir avlusu var olduğu, iki odanın fonksiyonu hakkında kesin bilgilerin olduğu kaynaklarda belirtilmekte. Güneydeki orta mekân agoranın kuzey galerisinden avluya geçiş vazifesi gördüğü, hemen doğusundaki bir mekanda ise dikdörtgen şekilli bir ocağı ortaya çıkmasından dolayı, tanrıça Hestia’ya adanan kutsal ateş odası olduğu fikrine varılmaktadır. M. Ö. 2. Yüzyıla tarihlenmektedir. Prytaneioniçindeki yarım sütun formundaki kitabede Prytaneionda görev üstlenmiş kişilerin isimleri yeralmaktadır.
Kentin içinde gezinirken rastladığımız künk borular, o dönemde dahi, bir şehri oluşturmada, alt yapının ne kadar önemsendiğini bize hissettirdi.
Şehrin yıkıntılarında gördüğümüz estetik ve işçilik, şehirlerimizi beton yığınına çeviren günümüz mimarlarına ve yapı işçilerine ders verir nitelikte.
Son sözüm, yolu Söke civarına düşenlere: Priene’yi görmeden dönmeyin. Hoş, bu anlattıklarımdan sonra, zaten dönmezsiniz. Dönmezsiniz değil mi?